Hayal ile Felaket Arasında: Sidney Opera Binası'nın Fırtınalı Doğuşu

← Geri
Hayal ile Felaket Arasında: Sidney Opera Binası'nın Fırtınalı Doğuşu
Dünyanın en ikonik yapılarından biri, aslında bir dizi mühendislik krizi, siyasi entrika ve kişisel trajedinin ürünüydü. Beton kanatlara benzeyen çatısıyla bir efsaneye dönüşen Sidney Opera Binası, inşa sürecinde şehri ikiye böldü, kariyerleri yıktı, hayranlıkla alay arasında mekik dokudu. Bu yapı sadece bir mimari başarı değil, bir insan inadı ve tutkusunun anıtıydı.

"İnsanları nefessiz bir hayrete ve yakıcı bir hakarete sürükledi": Sidney Opera Binası'nın Fırtınalı Hikâyesi

Sidney Limanı’na bakan BBC muhabiri Trevor Philpott, 1965 yılında Opera Binası'nın yükselen çatısına gözlerini diktiğinde, doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. O dev yapının şekli; bir martı sürüsünün açılmış beton kanatları mıydı, yoksa dalgalanan bir yelkenli filosu muydu? Belki de kabuklarını rüzgâra veren bir deniz canlısıydı. Ama ne olursa olsun, şu konuda kesindi: "Ve inşa etmek tam bir işkenceydi."

Sidney Opera Binası'nın çalkantılı öyküsü, 2 Mart 1959’da başlıyor. Ancak altı yıl sonra bile, dev proje teknik engeller, şişen maliyetler, bölünmüş kamuoyu ve yoğun siyasi kavgalar arasında sürünüyordu. Bu sadece bir bina değil, aynı zamanda bir hayalin peşinden gidip duvara çarpmanın hikâyesiydi.

Bir Hayalin Kıvılcımı

Bu hayalin tohumu, 1940’ların sonunda ünlü İngiliz şef Sir Eugene Goossens tarafından atıldı. İngiltere ve ABD’deki başarılarının ardından Sidney’e taşınan Goossens, gözüne Bennelong Point’teki eski tramvay deposunu kestirdi. Orası ona göre "dünya standartlarında bir konser salonu" için mükemmel bir yerdi. Ancak bu sadece bir mekân seçimi değil, binlerce yıldır Aborijin törenlerine ev sahipliği yapmış Tubowgule adlı kutsal bir topraktı. Bina, çok katmanlı bir tarihin ortasına inşa edilecekti.

Goossens, dönemin Yeni Güney Galler Başbakanı Joseph Cahill’i vizyonuna ikna etti: Sıra dışı, dünyaya meydan okuyacak bir opera binası için uluslararası mimarlık yarışması açılmalıydı. Tek bir şartla: “Daha önce benzeri inşa edilmemiş bir yapı olması.”

Skandalla Karışan Bir Rüya

Ne var ki Goossens kendi yarattığı hayalin tamamlandığını asla göremedi. 1956'da ülkeye dönerken valizlerinde bulunan uygunsuz içerikler ve erotik objeler nedeniyle büyük bir skandala karıştı. Ünü bir anda yerle bir oldu. Sidney’den kaçtı, sahte bir isimle Roma’ya yerleşti ve bir daha asla geri dönmedi.

Yine de yarışma yapıldı. 233 başvuru arasında, henüz büyük çapta hiçbir bina inşa etmemiş genç bir Danimarkalı mimar, Jørn Utzon’un tasarımı kazandı. Sadece birkaç konsept çizimle. Jüri üyeleri onun vizyonuna hayran kaldı, halk ise şoka uğradı. “Sidney Limanı canavarı”, “Danimarka pastası”, “dağılan bir sirk çadırı” gibi isimlerle dalga geçildi.

Bir Umut, Bin Engel

Başbakan Cahill projeyi hayata geçirmek için sabırsızdı. Tasarım hâlâ tamamlanmamıştı, kritik yapısal hesaplamalar bile ortada yoktu ama yine de temel atıldı. Finansman eksikliği Devlet Piyangosu’yla giderilmeye çalışıldı. İlk maliyet tahmini sadece 3,5 milyon pounddu. Gülünç derecede iyimser bir rakam.

İnşaat üç aşamaya bölündü: podyum, çatı kabukları ve iç tasarım. Ancak podyumu taşıyacak zemin bile yeterince sağlam değildi. Sidney Limanı'nın içine yüzlerce çelik destek kazığı çakıldı. Tüm bu işler, süreyi ve maliyeti katladı.

Çatının Ardındaki Deha

Opera Binası'nın simgesi hâline gelen o büyüleyici çatı yapısı, mühendisler için tam bir kabustu. Başlangıçta çelikle kaplanmış beton düşünülüyordu, ama bu tasarım sıcaklık değişimlerinde çatlamalara ve dış seslerin yankılanmasına neden oluyordu. Arup firması, yapının şekillerinin hesaplamalarını dahi yapamıyordu. Her kaburga farklıydı, her biri için ayrı kalıplar gerekiyordu. Bu, maliyetleri uçurdu.

Çözüm, Utzon’a bir portakalı soyarken geldi. Tüm çatıyı bir küre hayal etti. Her kabuk, bu kürenin farklı kesitlerinden türetilerek oluşturulabilir ve önceden dökülüp montajlanabilirdi. Nihayet mühendisliğin ve hayal gücünün kesiştiği bir an yaşandı.